Makaleler

BORDERLINE KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Borderline Kişilik Bozukluğu

Borderline Kişilik Bozukluğu Nedir?

Ruhsal bozuklukların bir türüdür. Genellikle ergenlik veya yetişkinlik döneminin erken safhalarında gelişir. Duygu durumundaki değişkenlik, dürtüsel davranışlar ve kişinin kendisine duyduğu saygı (öz saygı) en önemli belirtileridir. Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsüne göre, Amerikada yaşayan yetişkin bireylerin yaklaşık olarak %1.6’sına Borderline Kişilik Bozukluğu teşhisi konulmuştur.

BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU’nin Ortaya Çıkmasına Neden olan Etmenler

Günümüzde halen daha, araştırmacılar BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU’nun kesin nedenleri üzerinde araştırmalar yapmaktadırlar. Genler, çevresel faktörler ve serotonin anormallikleri gibi çeşitli faktörler’in BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU üzerinde etkisi olduğu bilinmektedir.

  • Genler: BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU genler ile alakalı bir durumdan kaynaklı olabilir. Amerika’da kişilik bozuklukları üzerine yayın yapan bir derginin ikiz çoçuklar üzerinde yaptığı araştırma sonucunda, genetik etkinin bu bozukluk üzerindeki etkisinin hiçte azımsanmayacak derecede olduğu belirlenmiştir.
  • Çevresel Faktörler: Stabil olmayan, çocuğun kötü muameleye maruz kaldığ ve ilgi eksikliğinin yaşandığı çevrelerde BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU’nun gelişme riskinin arttığı görülmektedir.
  • Serotonin Anormallikleri: Serotonin, insanların ruh halinin düzenlenmesine yardım eden bir hormondur. Serotonin üretimindeki anormallikler, kişinin BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU’na olan yatkınlığını arttırabilir.

BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU’nin Görülme İhtimalinin Daha Fazla Olduğu Durumlar

Aşağıdaki durumların sağlanması durumunda kişide BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU riski olabileceği düşünülmektedir;

  • BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU teşhisi konulmuş bir aile bireyine sahip olmak
  • Duygusal olarak istismar edilmiş çocuklarda
  • Duygusal olarak stabillikten uzak olmak veya duygusal olarak kırılgan olman çocuklarda
  • Dürtüsel davranan aile bireylerine sahip çocuklarda

görülme ihtimali daha yüksektir.

BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU’nun Tanısı ve Semptomları

APA ve DSM’deki değerlendirmeler baz alındığında aşağıdaki maddeler BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU’nun bütün belirtileri ve semptomlarıdır.

  • Kişinin gerçek veya hayali olarak sosyal çekilme yaşaması.
  • Stabil olmayan benlik algısı.
  • Kişinin ilişkilerinde stabil olmayan davranışlar göstermesi.
  • Kişinin kendi yaşamının en az iki alanında dürtüsel davranması.Buradaki davranışlar kişiye zarar veren aktivitelerdir. Örneğin, çok fazla para harcamak veya madde bağımlılığı.
  • Kişinin daha öncesinde kendini sakatlayıcı veya intihar denemeleri olması.
  • Çok sık ruh hali değişimlerinin görülmesi. Bu değişimler genellikler birkaç saat surer ama birkaç gün veya daha fazlada sürebilir.
  • Ciddi seviyede ve uzun surely boşluk hissi.
  • Kişinin öfkesini kontrol etmede zorluk yaşaması veya sebep olmadan çok ciddi derecee öfkelenmek. Kişi, sürekli olarak çok sinirli bir tavır takınabilir, öfkesini sıklıkla gösterebilir veya sıklıkla fiziksel şiddete başvurabilir.
  • Stres ile ilişkili paranoya nöbetlerinin yaşanması.

Bir kişiye BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU teşhisi konulabilmesi için, yukarıda ifade edilen DSM’in değerlendirme ölçütlerinden en az 5 tanesinin hastada görülmesi gerekmektedir.

BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU’nun Tedavi Yöntemleri

Genel anlamda BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU’nun tedavisinde kullanılan 4 tane method vardır. Bu methodlardan sadece birinin veya birkaçının aynı anda kullanılması mümkün olabilir.

  • Psikoterapi: Psikoterapi BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU’nun tedavisinde kullanılan en temel tedavidir. 3 tipi vardır. Bunlar; kavramsal davranış terapisi (cpt), kavramsal davranış terapisi (dbt) ve şema odaklı terapi. CBT, hastanın kendisi veya bir başkası ile alakalı sağlıklı olmayan inançları, davranışları veya doğru olmayan algılarını algılamayı ve değiştirmeyi amaçlayan methoddur. CBT, kişi kendisini kızgın, güvensiz, endişeli veya intihara meyilli hissettiğinde nasıl davranması gerektiğini öğretir. DBT, kişiye inançları ve davranışları nasıl tanıyacağını, nasıl onların farkında olacağını ve onları nasıl kabul edeceğini öğretir. Şema odaklı terapi, kişiye kendisini ve dünyayı pozitif yönleriyle görmesi konusunda yardımcı olur.
  • Meditasyon: Meditasyona direk olarak bir tedavidir demek yanlış bir ifadedir ama hastalığın semptomlarını rahatlatmak için kullanılmaktadır. Psikoterapiye ek olarak uygulanması tavsiye edilebilmektedir. Örneğin;
  1. Depresyonu tedavi etmesi için antidepresan kullanımı.
  2. Agresif semptomları iyileştirmek için antipsikotiklerin kullanımı.
  3. Endişeyi ve kaygıyı tedavi etmek için sakinleştiricilerin kullanımı.
  • Hastanede Bakım: Eğer hastanın semptomları ciddi seviyelerdeyse, kişiye hastanede tedavi alması önerilebilmektedir. Genellikle hastanede tedavinin önerildiği durumlar ise intihar ile alakalı davranışların, intihar düşüncelerinin veya kişinin kendine veya bir başkasına zarar vermek ile alakalı durumlardır.
  • Alternatif Terapi: Omega-3 yağ asitleri, BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU olan hastalarda depresyon ve saldırganlık semptomlarının rahatlatılmasında kullanılabilmektedir. Ama kesin bir faydadan bahsedebilmemiz için bu konu hakkında daha fazla araştırmaların yapılması gerekmektedir.

BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU’nun Muhtemel Komplikasyonları

  • BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU, kişinin diğer bozukluklara karşı olan riskini arttırabilmektedir. Depresyon, kaygı, yeme bozukluğu, bipolar bozukluk ve madde bağımlılığı buna örnek olarak verilebilir.
  • Ayrıca kişinin göstermiş olduğu BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU semptomları hastada şu konularda da artan risk olarak ortaya çıkabilmektedir. (iş ile alakalı problemler, ilişki problemleri, suistimal temelli bir ilişkide suistimal eden veya edilen taraf olarak bulunmak, kendini yaralama, intihar, şiddet ile alakalı suçların kurbanı olma, cinsel yoldan bulaşan hastalıklar ve fiziksel kavgalarda bulunma) konularında artan bir riskten söz edilebilir.
narsistik kişilik bozukluğu

Narsisistik Kişilik Bozukluğu

Bu bozukluğun çok önemli olan üç tane belirtisi vardır. Bunlar; diğer insanlara doğru sunulan empati yeteneğinin eksikliği, takdir edilme ihtiyacı ve kendini çok muazzam görme olarak sıralanabilir. Bu durumdaki kişiler genellikle kibirli, ben merkezli, manipüle etmekten hoşlanan ve talapkâr olarak tanımlanırlar. Ayrıca bu kişilerin görkemli ve şatafatlı fantezileri olabilir ve bu yüzden de özel bir yaklaşımı hakettiklerini düşünebilirler. Narsisistlik belirtileri genellikle yetişkinliğin başlarında görülmektedir ve narsisist teşhisinin konulabilmesi için kişinin birden fazla ortamda (örneğin; iş hayatı, romantik ilişki) narsisistlik belirtilerini göstermesi zorunludur. Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişilerin iletişim içinde olduğu insanların çoğuda benzer semptomlar gösteren veya en azından kendilerinin benzersiz olduklarını ve bazı konularda doğuştan yetenekli olduklarını düşünen kişilerdir. Bu durumdan ötürüde bunların iletişimde olduğu kişilerinde öz güveni oldukça yüksekdir. Bu kişiler, etraflarındaki insanların onlara karşı aşırı derecede ilgi duymasını isterler. Aynı zamanda da herhangi bir konu hakkında eleştirilmekten hoşlanmazlar.

Semptomlar

Bir kişiye narsisistik kişilik bozukluğu teşhisi konulabilmesi için, DSM-5’e göre belirlenen aşağıdaki maddelerden en az 5 tanesini yetişkinlik döneminin erken safhalarından beri gösteriyor olması gereklidir.

  • Kendini aşırı derecede önemsemek
  • Sınırsız başarı, güç, güzellik ve ideal aşk ile alakalı kurulan fanteziler ile kişinin kafasının sürekli meşgul olması
  • Hayranlık olgusuna karşı duyulan aşırı ihtiyaç
  • Kendilerinin sadece özel insanlarla iletişim kurabileceklerine olan inanç
  • Özel muameyi hak ettiğine dair olan inanç
  • Diğer insanları kötüye kullanmak ve onlardan çıkar sağlamak
  • Empati yeteneğinin eksikliği
  • Diğerlerinin onu kıskandığına olan inanç
  • Kibirli ve karşısındaki kişileri aşağılayıcı davranışlar sergilemek

Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler sıklıkla eleştirilere maruz kalmaktadır. Onlar da bu eleştirilere genellikle öfkeli bir şekilde karşılık verirler. Ama bu durumun sonucu olarak kişinin kendisini sosyal olarak soyutlaması da sıklıkla görülmektedir.

Bu kişilerin kendi fikirlerini aşırı önemseyip herşeyin ötesine koyarken, iletişimde oldukları diğer bireylerin fikirlerini küçümsemeleri ve kaale almamaları içinde bulunulan ilişkilere ciddi anlamda zarar vermektedir. Narsisistik kişilik bozukluğuna sahip olan kişiler çalıştıkları anlanda çok başarılı bireyler olsalar bile, sahip oldukları bu bozukluğun performansları üzerinde negative etkisi vardır.

Araştırmacılar, narsisistik kişilik bozukluğu ile madde bağımlılığı, ruh hali ve kaygısal bozukluklar arasında bir ilişki olduğunu belirtmektedirler. Bu durum, söz konusu kişilerin dürtüselliği ve daha fazla oranda utanma hissinin deneyimlenmesi üzerinde bir etkisi olabilir.

Ergenlik dönemindeki bireylerin narsisitik kişilik özellikleri göstermesi, yetişkinlikte narsisistik kişilik bozukluğu yaşayacaklar demek değildir.

Nedenler

Bu bozukluğun nedenleri henüz tam olarak belirlenebilmiş değildir. Bu durumun ortaya çıkmasında genetik ve biyolojik faktörlerin etkisi olduğu gibi çevresel etkenlerin ve hayatın erken döneminde yaşanılanların çok önemli etkisi vardır.

Tedavi

Narsisistik kişilik bozukluğunun tedavisi oldukça zorlayıcı olabilmektedir. Bunun sebebi ise bu kişilerin aşırı derecede kendi yaptıklarını savunması ve kendilerini mükemmel görmelerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü; içinde bulundukları durum kendi problemlerini ve kırılgan noktalarını kabullenmelerini ve başka birisine anlatmalarını oldukça zorlaştırır.Psikoterapi bu kişilerin diğer insanlarla daha sağlıklı ve daha anlayışlı yollar ile iletişim kurmasına yardımcı olabilmektedir.

Depresyon Tedavisi İzmir

Depresyon Tedavisi İzmir

Depresyon Tedavisi İzmir’de merkezimizde uzman psikologlarımız tarafından yapılmaktadır. Depresyonda destekleyici terapi en etkili yöntemlerdendir.  Depresyon Terapisi ile birlikte, psikiyatrik değerlendirme de gerekebilir.

Depresyon dünya çapındaki ruhsal problemlerin ana sebebidir, bu sınıflandırma Dünya Sağlık Örgütünün verilerinden yola çıkılarak yapılmıştır. Depresyon; yetişkinleri, ergenleri ve çocukları etkileyebilmektedir. Depresyon bir ruhsal bozukluktur, en genel tabirle ilgiyi kaybetme ve sürekli bir üzgünlük hissi olarak tanımlanabilir. Kişilerinde hayatlarında meydana gelen ciddi derecedeki ve büyük ölçülü değişimler (işini kaybetmek gibi) depresyona sebep olabilmektedir. Ama uzmanlar sadece aşırı miktarda ve sürekli olarak bir tasa ve keder durumu söz konusu ise bunu depresyon olarak değerlendirir. Depresyon sürekli olarak devam etmekte bulunan bir durumdur yani öylece geçip giden birşey değildir. Semptomları arasında en az 2 hafta süren nöbetler bulunur. Depresyon birkaç hafta, birkaç ay veya birkaç yıl sürebilir.

BELİRTİLER VE SEMPTOMLAR

  • Depresif bir ruh hali
  • Önceden yapılması haz veren aktivitelerin artık haz vermemesi veya bu aktivitelere olan ilginin azalması
  • Cinsel isteğin azalması
  • İştah durumundaki değişimler
  • Kilo durumunda isteğe bağlı olmayan değişimler
  • Çok fazla veya çok az uyku
  • Yerinde duramama, gerginlik hali ve düzensiz bir yürüme ihtiyacı (volta atmak)
  • Yavaş konuşma ve hareket etme
  • Tükenmişlik veya enerji kaybı
  • Değersizlik hissi veya suçluluk duygusu
  • Düşünmede, konsantre olmada ve karar vermede zorluk
  • Tekrar eden ölüm veya intihar düşüncesi veya intihar girişimi

Kadınlarda:

Hastalık kontrol ve önleme merkezinin verilerine göre depresyonun kadınlarda görülme olasılığı erkeklerden iki kat daha fazladır.

Depresyonun aşağıda verilen semptomları kadınlarada erkeklerden daha fazla ve daha yoğun olarak görülmektedir.

  • Sinirlilik
  • Kaygı
  • Ruh hali değişimleri
  • Yorgunluk ve tükenmişlik hissi
  • Olayları sürekli olarak kötüye yormak

 

Ayrıca depresyonun bazı türleri sadece kadınlara özgüdür;

  • Doğum sonrası depresyon
  • Adet öncesi disforik bozukluk

 

Erkeklerde:

Amerikan Psikoloji Derneğinin verilerine göre Amerika’daki erkeklerin yaklaşık %9’u depresyon veya kaygıyı deneyimlemektedir. Depresyon ile uğraşan erkeklere bakıldığında kadınlardan daha fazla alkol kullandıkları, daha fazla öfke gösterdikleri ve daha fazla risk aldıkları görülmektedir.

Ayrıca:

  • Sosyal durumlardan ve aileden uzaklaşmak
  • Mola vermeden çalışmak
  • İş ve aile ile alakalı sorumlulukların üstesinden gelmede zorluk yaşamak
  • Romantik ilişkilerde kontrolcu bir tutum veya çıkar sağlayıcı davranışlar sergilemek

 

NEDENLER

Tıp dünyası depresyonun sebeplerini henüz tam anlamıyla anlayabilmiş değildir. Muhtemel olan birden fazla neden vardır ve bazen de semptomların ortaya çıkmasında birden fazla faktörün etkisi bulunmaktadır.

Çok muhtemel olarak rol sahibi olan faktörler:

  • Genetik özellikler
  • Beynin sinir iletimi seviyesindeki değişimler
  • Çevresel faktörler
  • Psikolojik ve sosyal faktörler
  • Ekstra durumlar (örn. Bipolar bozukluk)

 

TEDAVİ

Depresyon tedavi edilebilirdir ve semptomları yönetmek genellikle 3 aşamadan oluşur.

1)Destek: Uygulanabilir çözümleri tartışmaktan aile bireylerini eğitmek için muhtemel nedenlere kada uzanan geniş bir yelpazedir.

2)Psikoterapi: Konuşma terapisi olarak da bilinir. Bazı durumlarda birebir danışmanlığı ve kavramsal davranış terapisini içerir.

3)İlaç Tedavisi: Uzman gerek gördüğü takdirde antidepresan reçetelendirebilir.

İLAÇLAR:

Antidepresanlar orta seviyeden ciddi seviyelere kadar olan depresyonların tedavisinde kullanılmaktadır.

  • Birkaç çeşit antidepresan vardır;
  • SSRIs
  • MAOIs
  • Trisiklik antidepresanlar
  • Atipik antidepresanlar
  • SNRIs
Şema Terapi Eğitim

Takıntılar

Ruh bilimindeki adıyla OKB, yani Obsesif Kompülsif Bozukluk. Halk dilindeki adıyla vesvese – takıntı bozukluğu olan OKB uzun zamandır psikiyatrinin kanseri olarak bilinmekte.

Bu tanımlamaya rağmen umutsuz olmamak gerek. OKB nin belirli ilaç tedavileri ve Bilişsel Davranışçı Terapiyle belirtilerinde iyileşme mümkün.

Nedir bu OKB ?

OKB, takıntılar (obsesyonlar) ve bu takıntıların verdiği rahatsızlıktan kurtulmak için yapılan hareketlerden (kompülsiyon) lardan oluşur. Kişi takıntılarını veya davranışlarını saçma bulmasına rağmen bunları düşünmekten veya bu hareketleri yapmaktan kendini alıkoyamaz.

Eve misafir geldiğinde misafirlerin her dokunduğu         şeyi yıkayan, yıkanamayacak bir eşya ise bu eşyayı atan birini veya dini hassasiyetleri olan birisinin namaz kılarken Allah’ın varlığından kuşku duyma şeklinde düşüncelerinin aklına gelmesi ve bununla beraber ibadetlerini yerine getirememesi OKB’a örnek olarak verilebilir.

OKB ortalama olarak 21 yaşlarında başlar ve her 100 kişiden 2-3 ünde görülür. Hastaların %65 inde bozukluk 25 yaşından önce ortaya çıkar. Genetik faktörlerin etkisinin en büyük olduğu psikiyatrik rahatsızlardan biri olan OKB la ilgili yapılan çalışmalar sonucunda OKB hastalarının 1. derece akrabalarının %35 inin bu bozukluktan etkilendiği bulunmuştur.

“En çok rastlanan obsesyon bulaşma (herhangi bir hastalık veya tiksinilen bir nesneye temas vb) ve buna beraber ortaya çıkan temizlenme kompülsiyonudur. Aşırı el yıkama bazen derinin tamamen tahrip olmasına dahi yol açabilir; kişi günün büyük bir kısmını yıkanarak veya bulaşma korkusuyla dışarı çıkmayıp kendini izole ederek evde geçirebilir. Sıklıkla rastlanılan bir diğer takıntı şüphe (ocak açık mı? kapı kilitli mi? her şey yerli yerinde mi? hata yaptım mı?) dır. Bu şüpheler ise kontrol kompülsiyonuyla beraberdir. Örneğin kapının kilitli olup olmadığını kontrol etmek için defalarca eve geri dönülebilir, ışığın açık kalıp kalmadığını kontrol için defalarca yataktan kalkılabilir veya verilen bir işi hatasız yapıp yapmadığından emin olmak adına aynı yazı yüzlerce kez kontrol edilebilir, bazı sözlerin söylendiğinden emin olana kadar defalarca tekrar edilebilir. Bunların dışında birçok obsesyon olabilir, örneğin cinsel, dini takıntılar (günahkar mıyım, değil miyim?), kötülük veya kötü birşey yapacağından korkma takıntısı, kontrolü kaybedebileceğinden korkma, herşeyin yerli yerinde ve düzgün(simetrik) olması takıntıları da klinikte sık görülen takıntılardandır.”

Her takıntılı davranış OKB mudur? Örneğin yeni ayrıldığımız sevgilimizi sürekli düşünmek, aklımızdan atmaya çalışmamıza rağmen atamamız obsesyon olabilir mi?

Burada önemli olan birkaç nokta var. Bunlardan ilki kişinin bununla mücadele ederken günlük işlevinin bundan ne kadar etkinlendiği, ikincisi obsesyonlarını ve kompülsiyonlarını kişi genelde saçma bulur, saçma bulmasına rağmen bunu yapmaya engel olamaz. Üçüncüsü ise obsesyonlar genelde kişilerin değer yargılarına ters düşüncelerden oluşur.

BDT Tedavinin İçeriği

Adından da anlaşılacağı üzere BDT ağırlıklı olarak bilişlerle ve davranışlarla çalışır. OKB da hatalı inanışlar değiştirilip yeniden uyarlanır, bu rahatsızlığa sahip olan kişiler tehlikenin oluşma ihtimalini ve tehlikenin sonuçlarını abartılı olarak     yorumlamaya meyillidirler. Sorumluluklarını ve sorumluluklarının sonuçlarını da abartırlar. Bunların yanında da belirsizliğe tahammülsüzlük, mükemmeliyetçilik, yoğun kontrol etme isteği de OKB li bireylerin öne çıkan diğer hatalı düşünce alanlarıdır.

Davranışçı terapide ise temel kural olan rahatsız edici şeylerin üstüne gitme tekniği uygulanır. Kişiden aşamalı olarak rahatsız edici şeyin üstüne giderken, tepkisinin engellemesini yani kompülsiyonları yapmaması istenir. Bir örnek üzerinden gidersek terapide istenen şey bulaş takıntısı olan birinin aşamalı olarak kirli yere dokunması, bu dokunmadan sonra ellerini yıkamaması veya yıkamayı aşamalı olarak engellenmesi beklenir. Kişi davranışçı terapi sayesinde kaygısı aşamalı olarak azalır ve kaygıyla başa çıkmayı öğrenir.

Kaynakça:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/616039

https://www.psikiyatri.org.tr/halka-yonelik/29/obsesif-kompulsif-bozukluk

Derin ve Görünmeyen Yaralar: Travmalar

İnsan yeryüzünde varlığından beri doğanın yıkıcılığı karşısında sürekli bir hayatta kalma çabası içindedir. Bu çaba mücadeleyi gerektirir ve bu mücadele bazen kazanılırken bazen kaybedilir. Mücadelelerde yaralar alınması ise kaçınılmazdır.

Yaşamda izi silinemeyen ağır olaylar büyük korkuların, çaresizlik ve güçsüzlük duygusunun ortaya çıkmasına neden olur. Ağır olayları yaşayan kişiler duygularını, düşüncelerini yani ruhsal durumlarını tanımlarken travma olarak adlandırır. Hepimizin bildiği tanıma göre travma budur.

Amerikan Psikiyatri Birliği Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanması ve Sınıflandırılması El kitabı yani DSM-V e göre ise travma “Gerçek bir ölüm veya ölüm tehdidi, ciddi yaralanma veya cinsel şiddete maruziyet” şeklinde tanımlanmakta.

Hepimizin birbirimizden farklı olmamızla beraber hepimizin ruhsal hassaslığı da birbirinden farklıdır. Bu yüzden kimimize göre normal görülebilen olaylar kimimizi çok derinden etkileyip kişi tarafından travma şeklinde adlandırılalabilir. Bununla beraber doğal afetler, kazalar, beklenmedik ölümler, ciddi ölümcül hastalıklara yakalanma, savaş-işkence-tecavüz travmaya yol açabileceği bilinen olaylardan bazılarıdır. Bu noktada yapılan araştırmalar göstermiştir ki insan eliyle yaratılar travmaların yıkıcı etkileri daha yüksektir.

Günümüz dünyasında travmalarımız geçmişten biraz daha farklı. Tarihsel olarak travmalar fiziksel acı eksenindeyken, bugün ise fiziksel acıdan ziyade bizi etkileme düzeyiyle ölçülmekte. Bundan dolayı bir ilişkimiz bittiğinde, işimizi kaybettiğimizde veya bir yakınımızı kaybettiğimizde kısaca bizi derinden etkileyen ve çaresiz hissettiren her duruma travma ismini verebiliyoruz.

Travmaya çeşitli şekillerde tepkiler veriyoruz. Bu tepkiler anormal bir duruma verilen anormal tepkiler oluyor ve bu gayet normal. Verilen tüm tepkiler bedenimizin ve zihnimizin bu durumdan kurtulmak için yaptığı mücadelenin bir sonucu. Bu tepkiler duygusal, zihinsel, fiziksel ve davranışsal boyutta olabilir. Bunlar;

Duygusal: Şok, korku, üzüntü, öfke, çaresizlik, suçluluk, utanç, umutsuzluk, değersizlik, kaygı, endişe, pişmanlık, karamsarlık, şüphe, güvensizlik, yetersizlik, yalnızlık

Zihinsel: İnkar, dikkat dağınıklığı, unutkanlık, rahatsız edici rüyalar, intihar düşünceleri, travmatik olaya dair çok canlı imgeler, travmayı yeniden yaşama, rüyada gibi algılama, çarpık/hatalı düşünceler

Fiziksel: baş ağrısı, göğüs ağrısı, mide bulantısı, kalpte/boğazda sıkışma, gürültüye karşı duyarlılık, iştah artması/azalması, nefeste darlık, yorgunluk, ağız kuruluğu, uyku problemleri, iştah artışı/kaybı, titreme, çarpıntı

Davranışsal: Ani ve/veya aşırı tepkiler verme, içe kapanma, kaçınma, kayıtsızlık, çok ağlama ya da ağlayamama, dikkatsizlik, düşünmeden risk alma, alkol ve madde kullanımı

Bazı durumlarda, olayın üzerinden zaman geçtiği halde tepkilerin yoğunluğu devam edebilir ve kişinin gündelik yaşamını sürdürmesini engelleyecek boyuta gelebilir. Olayın üzerinden bir ay geçtikten sonra hala devam eden travmayı yeniden yaşantılama, olayı hatırlatan yerlerden ya da durumlardan sürekli kaçınma, aşırı hassasiyet ve sinirlilik gibi aşırı uyarılma tepkileri Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) belirtileri olabilir.

Travmatik yaşantının açtığı yaraların iyileşmesi zaman alır. Bu, yaşanılan travmanın kabul edildiği ve buna eşlik eden yasın tutulduğu bir süreçtir. Yaşanılan kaybın telafisi mümkün olmasa da, bu sarsıcı deneyim ile baş etmeye çalışırız. Anormal deneyime verdiğimiz anormal tepkiler olay geçtikten sonra da etkisi sürdürüyorsa hâlâ diken üstündeysek diken üstünde olmak bizim günlük işlevselliğimizi bozuyorsa yardım almayı düşünebilirsiniz.

Kaynakça:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/382265

https://www.journalagent.com/phd/pdfs/PHD-29392-REVIEW-INCI.pdf

https://www.bilgi.edu.tr/upload/tramva/

Kanserde Psikolojik Destek

Yalnızlık

“Yanımda kimse olmadığından değil yalnızlığım, yalnız olduğumu söyleyebileceğim kimse olmadığı için yalnızım ben.” şeklinde tarif edilmiş yalnızlık..

Literatüre göre yalnızlık açıklanması ve tarif edilmesi oldukça karmaşık bir terimdir. Bu noktada literatür tarandığı zaman karşımıza çeşitli tanımlamalar çıkmaktadır. “Peplau ve Perlman (1982), yalnızlığın bireyin arzuladığıyla gerçek ilişkileri arasındaki farktan kaynaklandığını belirtir. Younger ise yalnızlığı başkalarına duyulan özleme karşın tek başına olma hissi olarak ifade eder. O’na göre yalnız, yalnızlık duygusunu amaçsızlık ve sıkıcı bir durum olarak deneyimler ve bu durum insana amaçsız ve faydasız olduğu hissini verir (Younger, 1995: 59). Weiss (1973) ise yalnızlığın, ayrılmanın tehlikelerinden korumak için bireyde olumsuz bir duygu ortamı yarattığını ve böylece yakınlığı arttırıcı bir mekanizma işlevi gördüğünü belirtir.”

Günlük hayatta ise yalnızlık “bir karpuz alamamak tek başına, yıllarca gidip gelip pazara oraya buraya tek bir karpuzu alıp da eve getirememek, tek başıma bitirememek, güldüğünde yanındakine dönüp ya nasıldı komik miydi diye soramamaktır yalnızlık, paylaşamamak, anlatamamak. Tek başına oturmaktır yalnızlık, bir başına, bir başına oturup öyle boşluğa bakmaktır yalnızlık.”

İnsanlık tarihinden beri insanoğlunun gündemlerinden biridir yalnızlık. Bu his bazen kalabalıklar arasında hissedilirken bazen fiziksel olarak çevrede kimse olmadığında da hissedilir. Bazen de bu hisse ihtiyacımız olur, yalnız kalmak isteriz. Bu hissi tanıyoruz hem de çok yakından. Anne karnında sarmalandığımız günlerden sonra dünyaya geldiğimizde yalnızızdır aslında, yalnız ve muhtaç. Yalnız kaldığında hayatta kalamaz bebek, o yüzden yalnızlık korkunçtur bir deneyimdir onun için. Bir bakım verene mutlak ihtiyacı verdir belli bir süre. Yalnızlık = Ölüm denklemi insan zihnin derinlerine o günlerden işlenir, hayatımızın geri kalanında bu kaygıyla yaşarız. Ya yalnız kalırsam ?

Her ne kadar kaçmaya çalışsak da bu derin duygudan, her bir ayrılık bize o ilk günkü korkuyu hatırlatır.   O yüzdendir belki ayrılıkların bu kadar yaralayıcı olması.

En nihayetinde insan sosyal bir varlıktır, kendini bildi bileli topluluklar halinde yaşamıştır. Yalnızlıktan sürekli kaçmaya çalışmasının sebeplerinden bir de budur, toplum içinde var olmak isteri insan. Bu toplulukların içinde kendini anlaşılmış, işe yarar ve amaçlı hisseder. Eğer kendisini anlaşılmamış, amaçsız, işe yaramaz hissederse kendi kabuğuna çekilir ve yalnız kalır. Kısır bir döngüye giren insan, anlaşılmadığını hissettiğinden dolayı çevresinde kimseyi istemez, çevresinde kimseyi istemediği için de artık anlaşılamayacaktır. Bu bataklık onu yiyip bitirir.

Yalnızlığı yordayan birçok etmen varken bunlardan önemli bir tanesi yaştır. Yalnızlık ergenlerde ve yaşlılarda daha fazla hissedilir. Yaşlılarda bunun nedeni yaşlıların bakıma ihtiyaç duyması, çocuklarının evden ayrılmış olmaları, eşinin veya arkadaşlarının ölmüş olabileceğidir. Bununla birlikte bahsettiğimiz emeklilikle beraber ortaya çıkan işe yaramıyorum hissi de yaşlıların yalnızlık hissini arttıran bir faktör denilebilir.

“Yalnızlık insanı hassaslaştırır. Hassas olan insan daha fazla görür, daha fazla duyar, daha fazla incinir. Yalnızlık insanın ruhsal bağışıklık sistemini de zayıflatır. Bu konudaki bazı çalışmalarda yalnızlığın fiziki ve ruhsal sağlığı bozabileceği hatta aşırı yalnızlığın ölüme bile yol açabileceği belirtilmiştir.”

Yalnızlığın ruhsal bozuklukla alakalı olduğuna ilişkin fikirler ise oldukça fazladır (Jackson and Cochran 1991, Barron 1994, Foxall 1994). Örneğin, yalnızlıkla depresyonun birbirleriyle korelasyon içinde olduğu söylenmektedir. Harowitz ve arkadaşları, yalnız bir kişinin, depresif olarak tanımlanma olasılığının, %45, depresif bir kişinin yalnız tanımlanma olasılığının ise %29 olduğunu göstermiştir (Çorapçıoğlu, 1998: 23). Yalnızlık, ben kimliğini düzenleyen, ait olma duygusunu erittiği için, ruh sağlığına zararlıdır. Zack tarafından yapılan bir çalışmada, yalnızlığın mutsuzluk, keder, korku, öfke gibi duygulara ve yerinde duramama, başkalarına düşmanlık gibi davranışlara neden olduğu belirtilmiştir (Çorapçıoğlu, 1998: 23).

Tarifi zor, hissi çok ağır olsa da yalnızlık o veya bu şekilde, az veya çok hep hayatımızda olmuştur, olmaya da devam edecektir. Bazen bizi metrobüste yakalayacaktır bizi, bazen kafamızı yastığa koyduğumuzda.

Kaynakça:

http://web.firat.edu.tr/sosyalbil/dergi/arsiv/cilt17/sayi1/237-260.pdf

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/219978

Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimi

Bilişsel Davranışçı Terapi

İnsanı oluşturan çeşitli özellikler içinde belki de en ona özgü olan, düşünme veya düşündüğünü düşünebilme yeteneğidir. Bu özelliğin insan psikolojisindeki yeri Antik yunan felsefesine kadar dayanır. 1960 yıllarda ise Aaron T. Beck’in geliştirdiği Bilişsel Terapi (Cognitive Therapy) düşüncenin ruhsal patolojilerin kavramsallaştırmasındaki yerini tartışılmaz biçimde psikoloji ve psikiyatri alanına kabul ettirmiştir. 1960’lı yıllarda ortaya çıkan psikanalize dönük tepkilerden de beslenen davranışçı terapinin bu yeni akımı olumlu karşılamasıyla bilişsel terapi akımı daha da ivme kazanarak Bilişsel Davranışçı Terapi ismiyle anılmaya başlamıştır.

“İnsanları rahatsız eden olaylar değil, bu olaylara yükledikleri anlamlardır” sözüyle Bilişsel Davranışçı Terapinin Bilişsel kısmını açıklayabiliriz aslında. Düşünsenize yoldan geçerken hiç tanımadığınız birisi size küfretti, bazılarımız korkup kaçabilir, bazılarımzı öfkelenip yanıt verebilir, bazılarımız da üzülüp ağlayabilir. Aynı olayı yaşayan bütün insanların farklı duygu ve davranışlarla tepki vermesinin sebebi o olayla ilgili düşünce biçimlerimizdir. Yani olayın kendisi değil, olayın yorumlama biçimimizin tepkilerimizin asıl belirleyicisidir. Bu noktada Bilişsel Davranışçı Terapide “Otomatik Düşünceler”, “Ara İnançlar” ve “Temel İnançlar” üzerinde durulur.

Davranış kısmı ise genel bir tanımla öğrenme ilkelerinin davranış bozukluklarının analiz ve müdahalelerin sistematik bir biçimde uygulanışı olarak tanımlanabilir. Müdahaleler doğrudan uyumsuz davranışlar üzerine odaklanır. Davranışçı tedavide bireye tedavinin mantığı aktarılıp, kaygı verici durumlarla karşılaştığında kaçmak yerine, kaygıyla başa çıkmak konusunda ne tür yöntemler uygulayabileceği aktarılır. Uygulanan tekniklerden bazıları “Davranış Deneyleri”, “Exposure”, ve “Gevşeme”dir. Bu noktada “Exposure” bir örnek verecek olursak fobileri düşünebiliriz, örneğin kedi fobisi. Bu örnekte maruz bırakma tekniği uygulanarak kişilerin korkularının üstlerine gitmeleri hedeflenir. Kişi aşamalı olarak kediyle yüzleştirilir, önce kediyi hayal etmesi sonra 15 metreden kediye bakması, sonra 5 metreden kediye bakması, sonra kedinin yanında durması gibi.

Fobilerin bilinen tek tedavisi bilişsel davranışçı terapidir.

Bilişsel davranışçı terapi süreci genel olarak 3 aşamadan oluşur. İlk aşamada danışanın var olan sorunu değerlendirilir, danışanı aktif sürece hazırlamak için gerekli bilgilendirmeler, “psiko-eğitim” yapılır ve model danışana aktarılır. Bu aşama tamamlandıktan sonra daha aktif aşamaya geçilir ve danışana uygun bilişsel ve davranışçı müdahaleler uygulanır. Sorunlar belirli derecede azaldığında son aşamaya sonlandırma ve yenilemeyi önleme aşamasına geçilir. Bu aşamada danışana daha çok sorumluk verilerek, sorunlar tekrarladığında neler yapılacağı konuşulur. Gerektiğinde güçlendirici seanslar süreç sonlandığında da uygulanabilir.

Dayandığı temel itibarıyla diğer psikoterapilerden farklı olan bilişsel terapinin tedavi uygulamaları süreç ve içerik olarak yapılandırılmıştır. Öncelikle kişinin güncel sorunlarına odaklanır, süre olarak daha sınırlı, ve daha çok sorun çözme hedeflidir. Bilişsel Davranışçı terapi sadece başvuranların güncel sorunlarını çözmez aynı zamanda bütün yaşamları süresince sorunlarını çözmekte kullanabilecekleri özel birtakım beceriler de öğretir.

Bu beceriler çarpık düşünceleri saptamak, inançlarını değiştirmek, çevreyle yeni ilişkiler kurmak ve davranış değişikliğidir.

BDT’nin etkin olarak çalıştığı bazı rahatsızlıklar aşağıda örnek olarak verilmiştir.

  • Anksiyete bozuklukları
  • Obsesif kompulsif bozukluk
  • Panik bozukluk
  • Travma sonrası stres bozukluğu
  • Yaygın anksiyete bozukluğu
  • Depresyon
  • Cinsel işlev bozuklukları
  • Çift tedavileri ve aile terapileri
  • Sosyal fobi
  • Özgül fobiler
  • Tik gibi çeşitli davranış problemleri
  • Öfke kontrolü

Kaynakça:

http://www.bilisseldavranisci.org/index.php?option=com_content&view=article&id=59%3Abilisel-davranc-terapi-nedir-

https://www.psikiyatri.org.tr/halka-yonelik/36/bilissel-davranisci-psikoterapi

Bağımlı Kişilik Bozukluğu

İlişkiler ve Bağlanma

“Bağlanma, çocuk ile bakım veren kişi arasında gelişen ilişkide, çocuğun bakım veren kişiyle yakınlık arayışı ile kendini gösteren, özellikle stres durumlarında belirginleşen, tutarlılığı ve sürekliliği olan duygusal bir bağ olarak tanımlanmaktadır. Bağlanma yalnızca çocukluk ile sınırlı olmayıp yaşam boyunca sürer. Bağlanma sürerken doğası ve ifade ediliş şekli değişir. İlk temel ilişki olan anne çocuk ilişkisi, sonraki yaşam dönemlerindeki bağlanmalar için örnek olur.”

Yapılan çalışmalarda “güvenli bağlanan bebekler, anneleri ile birlikte oldukları sırada onlarla sıcak ilişkiler kurmuşlar, çevreyi keşfetmekte hevesli davranmışlar, odaya bir yabancı girdiğinde hafif ama kalıcı olmayan bir endişe yaşamışlar, anne odadan ayrıldığında görülebilir şekilde üzülmüş, anne geri döndüğünde ise onu sıcak bir şekilde karşılamış, rahatlamış ve anneye yakın olmak istemişler. Kaygılı-kaçınmacı bebekler annelerine ve onların nerede olduklarına ilgi göstermemişler, anneleri odadan ayrıldığında veya odaya geri döndüğünde çok az tepki göstermiş ya da hiç tepki göstermemişler. Kaygılı-kararsız bebekler annelerinin nerede olduklarına, onların ulaşılabilir olup olmadıklarına, onlarla sık sık sözel ve fiziksel temas kurmaya yoğun bir şekilde tetikte olmuşlar. Anne odadan ayrıldığında yoğun endişe yaşamış ve geri döndüğündeyse sakinleşmekte zorlanmış, annelerine hem yakın olmak istemiş hem de yoğun öfke ve direnç göstermişler.”

Bu bağlamda bağlanma, başka bir kişiden yakınlık bekleme eğilimi ve bu kişi yanında olduğunda bireyin kendisini güvende hissetmesidir. Bebek anneyle geliştirdiği bağlanma stilini yaşamının ilerleyen dönemlerinde de yeni kurduğu ilişkilerde de kullanma eğilimindedir. Bu yüzden anne çocuk bağlanması yani ilk temel ilişkinin önemi büyüktür.

Bu konuda yapılan araştırmalar sonucu 3 tip bağlanma tipi belirlenmiştir: Güvenli, kaçınmacı, kaygılı.

Güvenli Bağlanma

Güvenli bağlanan bireyler, bağlanmaktan ve yalnız kalmaktan rahatsız olmazlar. Terk edilmek ve bağlanmak zihinlerini fazla meşgul etmez. İlişkilerde stres yaratan durumlar karşısında bu konuyla başa çıkabilecekleri konusunda kendilerine güvenirler, duygularını açıkça ifade ederler ve çatışmalardan kaçınmak yerine onlara çözüm bulurlar. Bu kişiler daha kolay ilişki kurarlar ve ilişkileri daha uzun sürelidir. Diğer bağlanma stillerine göre daha empatik, affedicidirler ve cinsellikten keyif alırlar.

Kaygılı-Kararsız Bağlanma

Kaygılı/kararsız bağlanan bireyler kendilerinin istekli olduğu kadar karşı tarafın istekli olmadığını düşünürler. Çok fazla yakınlık ihtiyacı içindedirler bu yüzden çevreleri tarafından yapışkan olarak nitelendirirler ve etraflarındaki insanlar bu yüzden onları terk eder. İlişkilerinde karşı tarafa güvenmelerine rağmen çok fazla yatırım yaparlar, vericidirler ama bunun yanında bir o kadar da kıskançtırlar. Sürekli terk edilmekten korkarlar ve ilişkileri genelde kısa sürelidir. İlişkilerinin fiziksel ve besleyici yanlarından hoşlanıp, cinsellikten daha az keyif alırlar. Sarılıp uyumayı cinselliğe tercih ederler.

Kaçınan Bağlanma

Bu bağlanma stiline sahip bireyler ilişkilerinde yakınlık kurmak istemezler, ilişkilerin gerekli olmadığı düşünürler. İlişki kursalar bile soğuk ve ilgisizdirler çünkü yakınlık ve samimiyetten rahatsızlık duyarlar bu onların benliklerine bir tehdittir ve sınırlar gereklidir. İlişkilerden asıl kaçmalarının sebebi çok kırılgan olmalarıdır, diğer bir deyişle ait olma ihtiyacını çok yoğun hissetmelerine rağmen reddedilme kaygıları daha baskın geldiği için kaçınırlar ve bir nevi kendilerini korumak için sürekli kaçınmayı tercih ederler. Kendilerini açmazlar ve karşı tarafın da kendisini açmasından memnun olmazlar. Kaçınan bağlanan insanlar ebeveyn olmayı en az oranda arzulayan ve olduğunda da bundan en az doyum alan gruptur. Bununla birlikte tek gecelik ilişkileri diğer gruplara nazaran daha fazladır bu ilişkilerde de duygusal yakınlıktan kaçınırlar.

Kaynakça:

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/115119

öğrenme güçlüğü

Prep Eğitimi ve Dislekside Prep Kullanımı

Prep nedir? 
Prep okuma, kodlama ve anlamada problem yaşayan ilkokul çağı çocukları için iyileştirici bir programdır. PREP J.P.Dass -dünyaca ünlü bir eğitim psikoloğu – tarafından oluşturulmuştur. PREP’in açılımı PASS Okumayı Geliştirme Programı’dır. PASS teorisi (planlama, dikkat, eş zamanlı ve ardıl işlem) üzerine geliştirilmiş bir programdır.
Prep ne yapar? 
Prep, kelime okuma becerilerini doğrudan öğretmekten kaçınırken okumanın temelini oluşturan bilgi işleme stratejilerini geliştirir.
Neden Prep’i Seçmeliyiz?
Diğer okumayı geliştirme programlarına göre PREP birçok avantaj sunmaktadır:
Okuma müfredatına uygun bilişsel becerileri geliştiren materyaller bulunmaktadır.
Haftada 2’şer seans uygulandığında 20 saatte gelişim gözlenebilir.
Yoğun bir şekilde birebir uygulanabildiği gibi aynı anda 4 çocuğa da uygulanabilir ve başarılı sonuç alınır.
Dislektik çocuklar için de uygundur.
Çocuklarla Görüşme Teknikleri Eğitimi

Çocuk ve Cinsellik

ÇOCUK KENDİNİ KEŞFEDİYOR
Çocuk başkalarına ve çevresindeki dünyaya bağlı olarak içsel ve dışsal heyecanlar duyar. Cinsel dürtü de başa çıkılması gereken heyecanlardan biridir. Cinsel dürtüler konusunda yapılan açıklamalar, çocuğun öğrendiği bilgiler onun cinsellik hakkında fikir oluşturmasını sağlar.
Cinsel dürtüler geliştikçe, çocuklar birçok konuyu merak etmeye başlarlar. Bu konular; heyecan, aşk veya kadın-erkek farkı olabilmektedir. Cinsellik konusunda doğru yönlendirmeler yapabilmek için çocukların sorduğu sorulara doğru ve çocuğun merakını giderecek, kafasını karıştırmayacak kadar cevap verebilmek gerekir. Onların sorduğu sorular ve verilen cevaplar, onların hayata dair meraklarını da geliştirir.
“Küçük bir çocukla cinsellik hakkında nasıl konuşulabilir?” sorusu, ebeveynlerin kafasını karıştıran ve nasıl hareket edeceklerini bilemedikleri zamanlardan biri olabilmektedir. Ancak çocuğun cinsellik, sevgi veya aşk konularında soru sorduğu anlarda onların merakını giderici cevaplar verebilmek ve bu cevapları verirken en doğru kelimeleri seçmek önemli noktaların başında gelir.
Çocuğun, yetişkinlere sorduğu sorular, çocuğun içinde bulunduğu dünyada kendine bir yer edinmek için attığı ilk adımlardır. Bu nedenle ebeveynler tarafından bu sorular önemsenmelidir. Örneğin çocuğun “Bebek nasıl yapılır?” şeklinde sorularına karşılık leylek hikayesi veya anlatılan diğer hikayelerin bir kenara bırakılması gerekmektedir. Verilen cevabın gerçeği yansıtması yaşam içerisinde doğumun bir başlangıç, aynı zamanda bu başlangıcın bir de sonu olacağından ölümün de var olduğu bilgisini içermektedir. Bu soruya verilecek yanıtlar ile anne ve babanın rolleri de tanımlanmış olur. Şu şekilde bir cevap verilebileceği söylenmektedir: “Baba, annede bulunan özel bir bölgedeki yumurtaya tohumunu yerleştirir ve çocuk annenin bedeninde gelişir. Bebek, dokuz ay boyunca onun evi olacak güvenli bir yerde annenin karnında gelişir.” Biyolojik süreç hakkında bilgi genellikle çocuk on yaşına geldiğinde anlatılır. Bu sorunun arkasından çocuklar “Bebek annenin karnından nasıl çıkar?” diye sorabilir. Bu soruya da beş altı yaşından itibaren, bebeğin annenin karnından, annenin bacakları arasındaki özel bir yoldan dışarıya çıktığı söylenebilir.
Çocukların merak ettikleri bir diğer konu ise “aşık olmak” ve “evli olmak”tır. Bu konuların ne anlama geldiğini merak ederler. Çocuğun cinselliği, yetişkin cinselliği ile aynı değildir ancak çocuğun, cinsellik konusundaki bilgileri yakınındaki yetişkinlerden ve okul çevresinden görerek veya duyarak aldığı söylenebilir. Küçük çocuklar için aşık olmak; öpüşmek, birbirlerine çeşitli yiyecek, içecek, hediyeler vermek olarak algılanırken, evli olmak; birbirlerine cinsel organlarını göstermek, beraber tuvalete girmek olarak algılanabilmektedir. Aynı zamanda çocuğun bu konular hakkında sorduğu sorular karşısında öncelikle kendisinin bu konular hakkında neler düşündüğünü sormak önemlidir. Bu şekilde çocuğun kendi yaşıtlarıyla bunları deneyimleyip deneyimlemediği anlaşılabilir.
Ebeveynleri kaygılandıran durumlardan biri çocukların cinsel içerikli oyunlar oynamaları olabilmektedir. Doktorculuk veya evcilik oynamak, birbirlerinin bedenlerini karşılaştırmak gibi oyunlar, çocuklar tarafından oyunlara dahil edilebilmektedir. Ebeveynin, çocuğunun cinsel oyun oynadığına yönelik şüphesi varsa yapılması gereken ilk şey çocuklardan birinin diğerine herhangi bir zarar vermediği, korkutmadığı olmalıdır. Eğer oynanılan cinsel oyunlar zararsızsa, oynarken kendi bedenlerini kullanmak yerine oyuncak bebeklerle bu oyunları oynamaları önerilir. Bu şekilde bu durum, çocukta imge olarak kalır.
Sevgi, aşk ve cinsellik, çocuğun kendini keşfetmesi, kendinden farklı olanlara yaklaşması, onları tanımasını sağlayacağından onunla bu konular hakkında konuşmak önemlidir.
Sıla GETİR AYDOĞAN
Uzman Psikolojik Danışman