Makaleler

Bilinçaltı Temizliği

Bilinçaltı Temizliği

BİLİNÇALTI TEMİZLİĞİ NEDİR?

BİLİNÇALTI TEMİZLEME NEDİR? BİLİNÇALTI TEMİZLİĞİ MÜMKÜN MÜ?

Bilinçaltı temizliği son zamanlarda sıkça konuşulan bir konu haline geldi. Kişiler yaşadıkları olumsuz deneyimlerin etkisinden kurtulmak için bilinçaltı temizliğini bir yol olarak görmektedir.

Bilinç, insanoğlunun dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren zihninde oluşturdukları ile işlerlik kazanan ve ömrünün sonuna kadar devam eden farkında olma, bireyin zihnindekilerin hayatına yansımasına karşın uyanık olma durumu ve faaliyetleridir. Dünyaya karşı oluşan bu ilk yargılarımız yani psikolojideki bir diğer adıyla şemalarımız da bilinçaltına kaydedilir, yaptığımız tüm seçimler de bilinçdışımıza göre şekillenir.

Bilinçaltı, çevremizdeki görüntü, ses, mesaj gibi uyarımların farkında olmadan insan zihnine yerleşmesidir. Bilinçaltı adıyla bahsedilen aslında bilinçdışıdır. Yani psikolojinin babası olarak bilinen Freud’un Topografik kuramına göre, insanı oluşturan zihinsel yapı; bilinç, bilinçdışı ve bilinç öncesi olarak 3 bölümden oluşur. Freud bu kuramındaki isimlendirmede zihnin anatomik konumlarını değil, yapıların zihinsel etkinliklerinin bilince olan uzaklığını esas almıştır.

Bilinç, farkındalığı sağlayan zihin alanıdır. Bunlar yaşanan, algılanan olaylar, duygular, düşünceler gibi insana ait birçok şeydir. Buradaki bilinçdışı yani herkesçe bilinen adıyla bilinçaltı, bilinçten bağımsız olan anlamında kullanılmak için bilinç-dışı kavramıyla isimlendirilmiştir. Bilinç, yüzeye çıkandır, bilinç dışı ise yüzeye çıkmadan kalan, bazen kendisini değişik şekillerde dışa vuran bilinçten bağımsız yerdir. Bu dışa vurumlar genellikle bir savunma mekanizması olan bastırmalar sonucu meydana gelirler, bazen dil sürçmeleri bazen rüya görme, belli konularda aşırı tepkisellik gösterme gibi…

Bilinçaltını, beynimizin kara kutusuna benzetebiliriz, çünkü bilinçaltı doğumdan ölüme kadar tüm yaşananları, çevremizde gördüğümüz, duyduğumuz her şeyi kaydeder.

Bilindışı dediğimiz zihin alanı arzularımızın, dürtülerimizin, farkında olmadan bastırdıklarımızın yer aldığı anlaşılması zor, en derin bölgemizdir. Burada önemli olan bilinçdışının, bilinçten ayrı bir yer olduğunu vurgulamaktadır. Bilinçaltı denildiğinde, bilince bağlı alt bilinç anlamı ortaya çıkıyor, oysa bilinçdışı bilinçten ayrı, bağımsız ele alınmalıdır. Bu nedenle yazımın devamında herkesçe bilinen bilinçaltına, bilinçdışı diyerek devam etmek isteriz.

Bilinç, bilinçdışı ve bilinç öncesi 3 ayrı zihin değildir, aynı zihnin 3 farklı alanıdır.

Freud’un topografik kuramındaki kavramlarını açıkladıktan sonra son zamanlarda oldukça popüler olan, bilinçaltı temizliğinin ne olduğuna ve bunun mümkün olup olamayacağına değinmek isteriz.

BİLİNÇALTI TEMİZLİĞİ NEDİR? BİLİNÇALTI TEMİZLİĞİ MÜMKÜN MÜ?

Burada bilinçaltıyla kastedilen aslında dünyayla temasa geçtiğimiz ilk andan itibaren zihnimizde oluşturduğumuz şemalardır. İyileşmeyi sağlayabilmek için öncelikle çevresindeki nesne, kişi veya herhangi bir şeyin kişi için anlamının ne olduğu ve ilk olarak hangi yaşantıyla bu anlamı kodladığı ele alınmalıdır. Bilinçaltı temizliğinden kastedilen de aslında bu şemaların değişimidir. Aslında bu süreç bir temizlikten ziyade bir değişim, dönüşümdür. En önemlisi bilinçdışında dönüp duran şeylerin neler olduğuna dair farkındalık kazanılmasıdır. Bu kavramın adının bilinçdışı değişimi olmasını tercih ederiz. Bu değişim oldukça büyük emek ister. Bireyler için böylesi önemli bir konunun işin uzmanları tarafından ele alınması çok çok önemlidir. Çünkü bilinçdışı gibi farkında olmadığımız her şeyi yutan bir hard diske sahibiz, neleri yuttuğunu, içselleştirdiğini bilmek, bunu kişinin kendisiyle birlikte analiz edebilmek öncelikle bir ruh sağlığı uzmanının işidir. Çünkü bilinçdışı bireyin kendisine dair, yaşamının ilk günlerinden bugününe dek bilgi veren en zengin kütüphanesidir. Bazen bilinçdışında dönüp duran şeyleri ortaya çıkarmak kişiyi iyi hissettirip, belirsizliklerini gidermesine yardımcı olurken, bazen de sağaltımı güçleştirici hatta bireyde eski tablosundan çok daha ağır sonuçlar doğurabilir.

Peki, şimdi adını revize ettiğimiz bu bilinçdışı değişiminden önce hepimiz şu soruya cevap arayalım. Bir düşünün bakalım, gerçekten bilinçaltı temizliği diye bir şey var mı?

Bilinçaltı temizlikten kasıt eğer tamamen temizlemek ve yok etmek anlamında kullanılıyorsa maalesef bu mümkün değil. İnsan zihni olumsuz anıları ve travmaları dışarıya atacağımız bir yapıda değildir. Bilinçdışında dönen, bizi duygu ve davranışlarımız açısından sekteye uğratan şeyler, sadece bazı psikolojik tekniklerden yararlanarak, doğru ruh sağlığı uzmanı desteğiyle gün yüzüne çıkarılabilir. Bilinçaltı temizliği, zihnin oluşumlarını tamamen yok etmekten değil, şemalarımızın değişiminden yola çıkmıştır. Bilinçdışı değişimi dediğimiz bu durum, bireyin kendisine ilişkin farkındalığını, bireyin kendisini tanımasını, nelerin onu daha iyi hissettirebileceğini bilmesini, neleri yapmanın veya yapmamanın onun potansiyelinden uzakta kalmasına neden olduğundan haberdar olmasını sağlamaktır. Kısa yoldan, kısa süre içerisinde bilinçaltı temizliği vaat eden, popülarite kazanmış ancak altı boş uygulamalardan uzak durmaya özen gösterin. Eğer ‘bilinçaltı temizliği (Bilinçdışı Değişimi)’ne dair talepleriniz varsa psikolojik danışmanlık desteği almanızı öneririz.

Şema Terapi

Şema Terapi

ŞEMA TERAPİ

Jeffrey Young tarafından geliştirilmiş olan Şema Terapi, çocukluk, bazen de ergenlik dönemine uzanan yaşantıların ve edinilen bilgilerin zihinde oluşturduklarının yetişkinlik dönemine yansımalarını ele alır. Ancak Şema Terapi, bu yansımalardan olumsuz olanı, uyum bozucu olanlarıyla ilgilenir. Şema ruhun işlevsel en küçük yaralı parçasıdır.

Şema Terapi, son yirmi yıldır kendisini oldukça ön plana çıkaran ve olumlu sonuçlara imza atan güncel bir psikoterapi modeli olmuştur. Bütüncüldür. Kendisinden önceki tüm ekollerin en önemli ögelerini bünyesine alarak büyümüştür. Bunlar; Psikoanalitik Terapi, özellikle Nesne İlişkileri Kuramı ve Bağlanma, Kişilerarası İlişkiler Terapisi, Bilişsel Terapi, Davranışçı Terapi, gibi birçok ekoldür. Bütüncül olması, problemleri çok yönlü ve geniş açıdan ele almasına olanak sağlar.

İnsan dünyaya gözlerini açtığında kendisine, çevresine, çevresindeki insanlara, dünyada olan bitene dair bilgi sahibi değildir. Zamanla insan, bilgi sahibi olabilme donanımını devreye sokar ve öğrenip, işleme potansiyelini gerçekleştirir. Edindiği bu bilgiler artık kişinin şemalarını oluşturur. İnsanın hayatındaki her şeye ait bir şeması vardır. O şemalar sayesinde, ilk deneyimden sonra karşılaştığımız her şey veya herkesin zihnimizde oluşan haliyle bir değeri, anlamı vardır. Deneyimlediğimiz şeyleri zihnimizde gruplandırırız, birbirlerinden ayırt edebilmemizi sağlayacak şeyleri kodlarız.

Olumsuz, uyum bozucu şemalar, Şema Terapinin ilgi alanıdır. Şema; İnsanın en temel olumsuz psikolojik yapılanmasıdır. Aslında Şema Terapiye göre şu anda olumsuz ne yaşıyorsak, temelinde yaralı şema veya şemalarımız yatıyordur.

Şema Terapi, danışanın kendisine bir tanı koymaktan ziyade, danışandaki psikolojik  problemlerin hangi temel şemaya dayandığını bulmaya çalışır. Yani kişi daha önce bir yaşantı deneyimlemiştir ve belli bir zamana kadar yaşantıları sonucu oluşturduğu bu şemasıyla baş edebilmeyi öğrenmiştir.Yani eğer uyum bozucu davranış veya düşünceler, tutumlar varsa, temellerini danışanın erken çocukluğundaki yaşantılarında aramaya çalışır, erken çocukluk veya ergenliğe giriş dönemlerindeki yıpratıcı süreçleri anlamlandırmaya çalışır.

Şema terapide olumsuz yaşantılardan dolayı oluşan şemaların yeniden değerlendirmesi vardır. Geçmiş yaşantılarda tespit edilen bu uyum bozucu şemalar da etkili bir terapi süreci ve doğru uzman desteğiyle sağlıklı güncelleme yapılabilir. Şemalar sürekli güncellenebilirler. Uyum bozucu şemaların ortaya çıkmasına, bireyin dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren süregelen ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanamadığı etki eder. Bireylerin bakım gereksinimi, temel güven, tutarlılık, süreklilik, sağlıklı rekabet, kabul edilme, onaylanma, özerklik, tutarlı ve sağlıklı kimlik algısı oluşturma, oyun oynama, rol yapma, spontanlık gibi ihtiyaçları vardır. Şema terapiye göre bu ihtiyaçlar evrenseldir. İşte bu ihtiyaçlardaki karşılanamama veya aşırı şekilde karşılanması yani dengenin kaybı durumunda şemalarımız meydana gelir. Oluşan bu şema veya şemalar, bireylerin ileri de karşılarına çıkan herhangi bir durumla baş etmelerine engel oluştururlar. Genellikle ihtiyaçları küçük yaşlarda bir şekilde karşılanamayan bireyler, hayatlarında neyin veya nelerin eksik olduğunun farkında olmazlar. Bu nedenle de sürekli doyurulamayan bir ihtiyacın peşinde sürüklenirler. Giderilemeyen ihtiyaçların bireyde oluşturduğu eksikliklerin sonuçları yaşanır. Genellikle bu sonuçlar bireyler için acı ve uyumunu güçleştirici sonuçlardır. Şema Terapiye göre, psikolojik açıdan sağlıklı insan ise, bu ihtiyaçları uygun şekilde giderebilen insandır.

Bireylerde şema veya şemalarına paralel davranışlar görülür, bu nedenle de bireyin bir tedaviye veya psikoterapiye ihtiyaç duyup duymadığına bakılırken, bireyin şemasına paralel davranışlarının, kendisine veya çevresine, çevresindeki kişilere zarar verip vermediğine bakılır. Uyum bozucu davranışlar varsa ve devam ediyorsa doğru bir şema terapisi uzmanıyla görüşülmesinde, uzmanlarından destek alınmasında fayda vardır.

Jeffrey Young, şemaları 5 alan ve 18 balık altında toplamıştır. Alanlar:

I – Ayrılma Ve Dışlanma(Reddedilme) Alanı:

II – Zedelenmiş Özgürlük (Bozulmuş Özerklik Ve İş Yapma Becerisi)  Alanı:

III – Zedelenmiş/Zayıf Sınırlar Alanı:

IV – Başkaları Yönelimlilik Alanı:

V – Aşırı Duyarlılık Ve Baskılama Alanı:

Alanların altındaki şemaları ise şu şekilde ayırmıştır;

I – Ayrılma Ve Dışlanma(Reddedilme) Alanı:

Terk Edilme Şeması:

Kuşkuculuk/Kötüye Kullanılma Şeması:

Duygusal Yoksunluk Şeması:

Kusurluluk/Utanç Şeması:

Sosyal İzolasyon (Tecrit Edilme/Yabancılaşma) Şeması:

II – Zedelenmiş Özgürlük (Bozulmuş Özerklik Ve İş Yapma Becerisi)  Alanı:

Bağımlılık/Yetersizlik Şeması:

Dayanıksızlık Şeması:

Yapışıklık (Gelişmemiş Benlik) Şeması:

Başarısızlık Şeması:

III – Zedelenmiş/Zayıf Sınırlar Alanı:

Haklılık/Görkemlilik:

Yetersiz Öz denetim Şeması:

 

IV – Başkaları Yönelimlilik Alanı:

Boyun Eğicilik/Geri Çekilme Şeması:

Kendini Feda Etme Şeması:

Onay Arama Şeması:

V – Aşırı Duyarlılık Ve Baskılama Alanı:

Karamsarlık/Hataya Katlanamama Şeması:

Duyguları Bastırma/Aşırı Sorumluluk Şeması:

Yüksek (Acımasız) Standartlar/Aşırı Eleştirellik Şeması:

Cezalandırıcılık (Acımasızlık) Şeması:

Şema Terapi, ilişki sorunları, performans kaygıları yaşama, kalabalık ortamlara girememe, ilişkilerde sürekli terk edilme, herkesten şüphe duyma, kendisini ifade etmekte güçlük yaşama, sürekli hata yaptığına inanma, kronik depresyon ve anksiyete, yeme bozuklukları, tekrarlayan döngüleri içinde barındıran kronik çift sorunları…vb. gibi problemlerle ağırlıklı olarak çalışmaktadır. Öncelikle psikolojik problemleri için uzmana başvuran kişilerin şema terapiye uygun olup olmadığı, uzman tarafından doğru ve ayrıntılı şekilde değerlendirilir. Danışan, Şema Terapiyle çalışmak için uygunsa sürece başlanır.

Şema Terapi süreci sonunda bireyler problemlerinin temelini, yani sebep olan şemalarını tanımış şekilde ayrılırlar. Ancak zamanla başka problemlerin nüksetme ihtimali olabilir. İşte bu durumda danışan aldığı Şema Terapi desteğinden öğrendikleriyle, kendisini yönetebilir. Eğer tekrar uyumsuz süreçleriyle baş edemezse, yine uzmanından destek alabilir.

Evlilik İletişim

Mutlu Evlilikler Üzerine

“Mutlu bir evlilik var mıdır?” veya “Sonsuza kadar mutlu yaşadılar sözü gerçek midir?” gibi sorular sıkça sorulmaktadır. Hayatımızda tek bir duygunun olması ve iniş çıkışların olmaması bize hayatta olduğumuzu hissettirmez. Elbette her evlilikte bazı kötü günler de olacaktır. Burada asıl mesele evlilikte o kötü günlerin ne sıkılıkta ve hangi uzunlukta var olduğudur.

Sağlıklı bir evlilikte 3 ayak vardır. Bunlar :  sevgi ve şehvet, saygı ve nezaket, güven ve sadakattir. Bu üç ayağı sağlam tutacak şey ise pozitife odaklanabilmek ve ilişki kurabilmektir. Şimdi 10 üzerinden bir puanlama yapacak olsanız kendi evliliğinizde bunların ne kadarının mevcut olduğunu düşünün.

Devamı

Paranoid Kişilik Bozukluğu

Paranoid Kişilik Bozukluğu

Günlük hayatta aşırı şüpheci kişiler için “Paranoyak mısın ?” cümlesini, dizi ve filmlerde “Paranoyak herifin tekiydi !”  repliğini sıkça duyarız.  Paranoid kişilik biçimi ve paranoid kişilik bozukluğu birbirinden farklı şeylerdir.

Elbette herkes bazen şüphe duyar. Ancak paranoid kişilik biçiminde kişi kendine güvenir, iyi bir dinleyici ve gözlemcidir, karşısındaki kişiyi iyi bir şekilde anlar, eleştirileri önemser ve dikkate alır. Bu kişiler insan ilişkilerinde karşı tarafı iyice ölçüp biçerler. Kontrollerini kaybetmeden ve saldırganlaşmadan kendilerini ifade edebilirler. Paranoid kişilik bozukluğunda ise farklı bir tablo vardır. Bu kişiler karşılarındaki kişiye asla güvenmezler, sıradan davranışların altında gizil anlamlar ararlar. Kendilerine yöneltilen eleştiriler karşısında kin beslerler ve yapılanları asla bağışlamazlar. Başkalarının onları kullandığını veya başkalarının onlara zarar vereceğini düşünürler. Kolaylıkla aşağılanmış hissederler, öfkelerini kontrol edemezler.

Otomatik düşünceleri genel olarak şu şekildedir:

Başkalarına güven duymam. Güvenmek tehlikelidir.

Başka insanların gizledikleri bir takım amaçlar vardır.

Her an tetikte olmalıyım.

İnsanlar beni sömürmek ve benden yaralanmak isterler.

İnsanlar beni aşağılamaya ve isteyerek kızdırmaya çalışıyorlar.

İnsanlar söylediklerinden başka bir şey demek istiyorlar.

Yakın olduğum kişi, içten bağlılığı olmayan, sadakatsiz ve güvensiz biri olabilir.

Bu kişilerin çocukluk yaşantısında istismar öyküsüne sıkça rastlanmaktadır. Genetik olarak ailede bu bozukluk olan kişilerde görülme sıklığı fazladır. Ayrıca çevresel faktörler, aile içindeki ilişki şekilleri ve yaşam tarzları da tetikleyici etkiye sahiptir.

Paranoid kişilik bozukluğu olan kişiler bir inanca, bir düşünceye aşırı ölçüde bağlanırlar, sürekli olarak haklarının yendiğini hissederler bu sebeple sık sık dava açarlar, patolojik düzeyde kıskançtırlar. Bu sebeple insan ilişkilerinde sık sık sorun yaşarlar. Referans düşünceleri (Aslında yokken çevresinde olan bitenlerin kendisiyle ilgili olduğunu düşünme ) olabilir.

Bu kişilik bozukluğuna sahip olan kişiler, bağımsızlıklarına yönelik her tür tehditte birden duyarlılaşırlar. Ayartılacakları ya da başkalarının isteklerine göre davranmak zorunda kalacakları endişesiyle her türlü iş birliğinden kaçınırlar. Yanılgılarından ötürü kendilerini suçlu bulmazlar, kızgınlıkları için kendilerini haklı çıkaracak yolları ararlar bunun için bazen karşı tarafı manipüle edebilirler.

Bu kişilik bozukluğuna sahip kişiler ile psikoterapi ve ilaç tedavisi birlikte yürütülmektedir. İyileşme uzun ve çetrefilli bir süreçtir. Bu kişiler çoğunlukla çevrelerine güvenmedikleri için tedavi almak istemeyebilirler ve savunma durumundadırlar. Ancak kişi aynı zamanda mutsuzdur ve yardıma da ihtiyacı vardır. Bu durumda bu kişiyle çatışmaya girmeden, destek alırsa daha iyi hissedeceği üzerine tedaviye yönelik bir teşvik yapılabilir.

BORDERLINE KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Borderline (Sınırda) Kişililik Bozukluğu

Borderline (Sınırda) Kişililik Bozukluğunu Anlamak

Bordeline kişiler genel olarak hayatlarını bir kriz olarak yaşarlar. Çevreleriyle ilişkileri genelde çok çalkantılıdır. Yalnız kalmaya katlanamazlar ve gerçek veya hayali bir terkedilmeden kaçınmak için her yolu denerler. Kolaylıkla öfkelenebilirler. Çoğu zaman dürtüsel davranışlar gösterebilirler. Bunlar madde kötüye kullanımı, rastgele cinsel ilişkiye girmek, kurallara uymadan araba kullanımı, aşırı para harcama gibi konuları kapsar.

Borderline kişilik bozukluğunun toplumda görülme sıklığı yaklaşık olarak %2’ dir. Annede bu bozukluk görüldüğünde çocukta da görülme olasılığı artar. Genellikle bu kişilerin bu bozukluğa ek olarak başka bir psikiyatrik tanıları daha olur. Çocukluk yaşantılarında istismara uğramış bireylerde görülme olasılığı daha yüksektir. İstismara ek olarak, anne baba kaybı ve ayrılığı da tetikleyici unsurlardandır.

Bu kişilik bozukluğuna sahip kişilerde belirgin olarak ve sürekli bir biçimde tutarsız benlik algısı ya da kendilik duyumu vardır. Bir duygu durumundan diğerine, bir tutumdan başka bir tutuma hızlı geçişleri olur. Kendilerini sıklıkta boşlukta gibi hissederler. Sık sık öfkelenirler, yoğun öfkelerini kontrol altında tutmakta zorlanırlar. İnsan ilişkilerinde, gözünde aşırı büyütme ile yerin dibine sokma uçları arasında gidip gelirler. İşler yolunda gitmediğinde genellikle başkalarını suçlarlar. Dışlanmaya karşı aşırı duyarlıdırlar ve en ufak bir zorlanma karşısında terk edilme duygusu yaşarlar. Diğer insanlarla ilişkilerinde manipülatiftirler. Çevrelerindeki kişileri istemedikleri bir davranışa zorlamak amacıyla, elverişli durumları kötüye kullanarak , onları baskı altına almaya çalışırlar. Geçmişte kendilerine kötü davranıldığını ya da hafife alındıklarını öne sürerler ve her an patlayacak bir bomba veya kırılgan bir eşya izlenimi vererek ilişkilerini yürütürler.

Bu kişiler bir konuda zorluk yaşadıklarında gerçeği değerlendirme süreçleri bozulur. Bu dönemde kendine yabancılaşma, çevrenin yabancılaşmış gibi gelmesi, başkalarından yoğun kuşkulanma ve öfke patlamaları yaşayabilirler. Duygu durumlarında kaygı, huzursuzluk ya da depresyona birden kaymalar olur.

Düşünceleri bir uçtan diğerine kayar. “İnsanlar iyidir, hayır herkes güvenilmez ve kötüdür.” “Üstesinden gelebilirim. Hayır, asla başaramam”… gibi. Yaşadıkları duygulara göre benlik saygılarında dalgalanmalar görülür.  Kendilerine düşman olan bir dünyada kendilerini güvende hissedemedikleri için özerk olma ve bağımlı olma arasında gidip gelirler. Tutarsız duygu durumlarından ötürü başkalarına bağlanmada güçlük yaşarlar.

Bu bozukluğun tedavisinde sıklıkla analitik yönelimli terapiler ve ilaç desteği kullanılmaktadır. Uygulanan bu yöntemler bu kişilerin işlevselliklerini arttırmalarına yardımcı olmaktadır.

Aile Danışmanlığı Eğitimi

Aile ve Çiftlerle Danışma Süreci

Aile ve Çiftlerle Danışma Süreci

Aile danışmanlığı , aile içi iletişimi onarmayı ve çatışmaları çözümlemeyi amaçlayan bir süreçtir.  Bu süreç, aile içi anlaşmazlıkları, aile içi şiddetti, çocukların bir takım sorunlarını ele aldığı gibi,  aile içindeki bireylerin psikolojik sıkıntılarını çözümlemeyi, ailede olacak bir takım değişikliklere uyum sağlamayı ( örn ; boşanma , evlat edinme, taşınma, evlilik …vb. ) da kapsar. Ayrıca aile içi bireylerin maruz kaldıkları travmatik olgularla baş etmeleri gibi konularda da destek sunar. Bu terapi yaklaşımında amaç;  anlaşmazlıkların çözülmesi, iletişimin etkili bir hale gelmesi , bireylerin güçlenmesi ve sorunlarla tüm ailenin bir takım olarak baş etmesidir.

Devamı

ayrılma seperasyon kaygısı

Anne – Bebek Bağlanması

BAKIM VEREN EBEVEYN- BEBEK BAĞLANMASI

Anne – Bebek Bağlanması

Dünyaya yeni gelmiş bir bebeğin, dünyayla ilk temasında aracılığı annesi sağlar. Bebek, anne aracılığı ile dünyanın nasıl bir yer olduğunu keşfetmeye hazırlanır. Annesi bebeğin ilk hayat nefesini alması, gözlerini açmasından itibaren, bebeğin ilk dokunduğu, hissettiğidir. Kokusunu ilk tanıdığı kişi annesidir. Bebek ilk doğduğu günlerde, yaklaşık 9 ay kadar kaldığı anne karnında alıştığı sıcaklığı, sakinliği arar. Aradığı bu huzurlu ortam ne yazık ki dünya da karşısına çıkamayacaktır. Bu da bebeğin doğduğu an da yaşadığı ilk hayal kırıklığı olacaktır. Bebek bu hayal kırıklığının üstesinden annesi sayesinde, onun kendisine destek olduğu oranda gelebilecektir. Bebek için dünya, ilk doğduğu günlerde annesinin memesinden ibarettir. Anne de bebeği kendisinden ayrılmamış bir parça, uzantısı olarak görür. Anne, bebeğin tüm ihtiyaçlarına karşılık veren, bunu en iyi şekilde yapmaya çalışandır. Bebek için annelik vazifesinden ziyade, kurtarıcılık vazifesini yerine getirmeye çalışır anne. Anne ve bebeğin bu ihtiyaç karşılama döngüsü zamanla yerini anne bebeğin sağlıklı bağlanmasına bırakır. Çünkü bebek her ihtiyacı olduğunda annesinden karşılık bulabildiğini görmüş ve defalarca deneyimlemiştir.

Bebeğin ihtiyacını karşılayan, yani bakım verenden bahsederken çoğunlukla gözden kaçırılan ve sanki bebeğin ilk doğum anında anneden sonra gelenmiş gibi davranılan diğer kişi babadır. Babalar genellikle bebeğin doğum sürecinde, anneden biraz daha farklı olarak fizyolojik ihtiyaçların yani daha genel ihtiyaçların karşılanıp karşılanmadığıyla ilgili kısımları üstlenirler. Bu ihtiyaçlar, bebeğin sağlıkla doğabilmesi için hastane imkânından başlayarak, bebeğin odası için uygun ev imkânı, hangi okullarda okuyabileceği ihtimallerine kadar diğer durumları içerir. Babalar, bebeğin gelişiminde en az anne kadar önemli rol oynar ve bu süreçte annenin en büyük desteği eşi, yani bebeğinin babasıdır. Eş desteği, anneyi iyi hissettirir ve bu da annenin kendisini bebeğine karşı yeterli hissetmesi için oldukça önemlidir. Çünkü her ne kadar anne ve baba, doğum sonrası döneme hazır olduklarını düşünseler de, ortaya çıkan bu büyük değişime ilk başta ayak uydurmakta zorlanabilirler. Eskiden sadece karı-koca rolüne uyum sağlamaya çalışan bireyler, bebeğin doğumuyla birlikte yeni rollerini yani anne ve babalığı yerine getirmeye çalışırlar. Bebek ve anne arasında kurulan bağ, doğum anından itibaren en çok temas yoluyla güçlenir. Bu temasa anne kadar babanın da ihtiyacı vardır. Bu temastan yoksun kalan babaların bağlanma düzeylerinin, doğumdan itibaren en az anne kadar temasta bulunan babalara oranla, düşük olduğu araştırmalara yansımıştır.

BAKIM VEREN-BEBEK BAĞLANMASININ TÜRLERİ

Güvenli Bağlanma: Bebek ihtiyacı olduğu her anında annesi veya bakım veren bir yakınını, yanında bulmuş, ihtiyacı en kısa sürede doyurulmuştur. Güvenli bağlanan bireylerin benlik saygısı yüksektir ve sosyal ilişkilerinde yakın ve sağlıklı ilişkiler içindedir.

Güvensiz Kaçıngan Bağlanma: Bebek ihtiyaçlarının doğduğu anlarda bakım verenini neredeyse hiç yanında bulamamıştır. Bu tür bağlanan çocuklarda gergin ve oldukça kaygılı bir kişilik örüntüsü bulunmaktadır.

Güvensiz Çelişkili Bağlanma: Bebek, ihtiyaçlarının karşılanması gereken zamanlarının birçoğunda bakım verenini yanında bulamamış, bazen de annesi veya bakım sağlayan yakını ihtiyaçlarını oldukça duyarlı karşılamıştır. Bu nedenle bebekte annesi veya bakım verenine karşı çelişkili duygular, düşünceler barınabilmektedir. Çünkü bebek, ağladığı zamanlarda bazen annesi gelecek beklentisine karşılık bulabilirken bazen ağlamalarına bir cevap alamamış olabilir.

Aile ve Çiftlerle Görüşme Teknikleri Eğitimi

Ergenlik Sorunları

ERGENLİĞİ ANLAMAK

Hızlı bedensel, duygusal, ruhsal, sosyal değişiklikleri içinde barındıran dönemin adıdır ergenlik. Ergenlik, bireyde fırtınalar kopartan, uzun, inişli, çıkışlı bir dönemin adıdır. Her birey için farklı yoğunlukta geçerken, genelde 9-21 yaş arasındaki bireyleri kapsar. Kızlarda ergenliğe giriş yaşı, erkeklere oranla daha erkendir. Kızlar nadiren 9 yaş olmak üzere, genelde 11 yaşından 21 yaşına kadar bu dönemin içerisinde yer alıyor sayılabilirler. Erkekler ise erkeklerde nadiren 11 yaş olmak üzere genelde 13 yaşından 22 yaşa kadar bu dönemde sayılabiliyorlar. Verilen bu yaş aralıkları genele bakılan yaşa aralıkları olmakla beraber, her birey için ergenliğe giriş yaşı ve sonlanma yaşı, durumlara göre değişiklik gösterebilir. Dönem içerisindeki her yaş, çeşitli özellikleri beraberinde getirir ve bireyde değişimlere yol açabilir.

Ergenlik kültürden kültüre, köyden kente, ailelerin tutumlarına göre ve yaşanılan coğrafyanın iklimine kadar farklılıklar gösterirken, bireysel özellikler ergenliğin şekillenmesinde çok önemli rol oynar. Ergenlik dönemi, yetişkinliğe geçişten önceki son aşamadır. Bu aşamayı her birey öyle veya böyle bir şekilde yaşar, önemli olan yaşanan dönemin nasıl olacağı, nasıl sağlıklı geçirilebileceğidir. Bu dönemin sağlıklı geçip geçmeyeceği, bireyin kendisi, içinde bulunduğu çevrenin şartları ve çevrenin kendisine karşı tutumlarıyla yakından ilişkilidir. Bu olgunlaşma dönemi, bireyin gelecekteki yaşantısına şekil verdiği en önemli dönemdir. Bu dönemde alınan kararlar genellikle bireyin bundan sonraki hayatını olağanüstü etkiler durumdadır. Ergenin bir içine dönük dünyası, bir de bu dünyanın dışarıya yansıması vardır. Bazen bu yansıtmalar, önce ergenlik dönemindeki birey için sonrada ergenin etrafındakiler için kaos yaratabilirken, bazen ergenin rahatlamasını ve kendisini anlaşılır hissetmesini sağlayabilir.

ERGENLİK DÖNEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ

  • Bu dönem ergenin değişim ve gelişim dönemidir. Bugüne kadar kendisinde oluşturmaya çalıştığı tüm düşünceleri, değerleri yeniden sorgular. Bu dönem, ergenlik dönemindeki birey için adeta bir keşif dönemidir.
  • Ergen için yaşadığı gerçek dünyanın dışında, kendisine oluşturduğu daha soyut bir dünyası vardır ve kendi dünyasına iç yolculuğa çıkmak için, bu dönem en iyi fırsattır. Ergen bu dönemde kendisini aramakta, bu yolun sonunda kendisini tüm yönleriyle bulmuş ve tanımış olmak ister.
  • Ergen bu dönemde özellikle duygusal anlamda uç noktalarda olabilir. Ya çok mutlu ya da depresif halde olabilirken, bazen ani tepkiler verip bazen de tüm sakinliğiyle bir yetişkin tavrı sergiliyor olabilir.
  • Bu dönem ergen için bağımsızlık dönemidir ve kendi kararlarını sadece kendisi alıp, uygulamak ister. Tüm bunlar olurken aile veya arkadaş desteğini arkasında buluyor olmaktan mutluluk duyar. Ergenlik döneminde, duygusal destek ergenin kendisi için inanılmaz değerlidir. Öz saygısını geliştirmek ve özgüvenini arttırmak ister, sağlanan destekler bu amacına ulaşmasında kolaylıklar sağlar.
  • Ergenlik dönemindeki birey, bazen sadece farklı bir davranışta bulunmak için olsa dahi, eleştirel olmaya çalışabilir. Özellikle sözünün en çok geçtiği kişilere, yani ailesine veya en yakınındakilere olabildiğince eleştirel gözle yaklaşır, bazen fikirleri desteksiz olsa dahi, ailesine veya bir başka yakınına karşı çıkmış olabilmek için dahi sonsuz destekler. Bunu yaparken bazen oldukça kırıcı olabilir.
  • Bu dönemde ergenlerde fiziksel büyümeler, beklentileri dışında veya beklediklerinden daha hızlı gerçekleştiği için ve buna alışmak bazı durumlarda oldukça zor gelebilir. Bu nedenle ergende çeşitli sakarlıklar görülebilir ancak zamanla ergen bu durumu sindirir ve alışır. Tüm bunlar için ergenin sabır ve zamana ihtiyacı vardır.
  • Ergenlik dönemindeki bireylerde aşırı yeme davranışları görülebilir çünkü ergen vücudu bu dönemde inanılmaz enerji harcar.
  • Ergenlik dönemindeki birey için çevre ve çevrenin fikirleri, onun hakkında düşündükleri çok önemlidir. Bu nedenle arkadaşlarının ne düşüneceğine göre davranışlarda bulunur, gruplaşmaların mağduru olamamak yani dışlanmamak için, gruplara her ne pahasına olursa olsun dahil olmaya çalışabilir.
  • Ergenin kendisine oluşturduğu dünyasına birini dahil etmek, bu özel alanını birisine açmak oldukça zordur, bu nedenle kişisel gizliliğine ve sınırlarına bu dönemde aşırı önem vermeye başlar.
  • Ergenlik dönemindeki bireyler için rol model olacak kişiler önemli bir yer tutar. Bu dönem kendilerine, fanatik olmak için aday aradıkları dönemdir.

ERGENLİK DÖNEMİNDE ERGENİN YAŞADIĞI PROBLEMLER

  • Ergenlik dönemindeki bireyler bu dönemde en çok fiziksel görünüşlerinin derdine düşerler. Kız veya erkek için nasıl göründükleri, kendileriyle ilgili geriye kalan her şeyden daha önemlidir.
  • Ergenlik dönemindeki bireyler, dışarıdan gelecek tepkileri, alacakları duygu ve düşünceleri, kendi duygu ve düşüncelerinden çok daha fazla önemserler. Başkalarının ne dediği ve düşündüğü genellikle alacakları kararda, verecekleri tepkilerde en önemli belirleyicidir.
  • Ergenlik dönemindeki bireyler, eğer ebeveynlerinin onu anladığına ikna olmuşsa, hem ev hem de dışarı da olumlu sosyal ilişkiler geliştirebilecektir. Ancak ergen, ebeveynleri tarafından ciddiye alınmayan, duygu ve düşünceleri önemsenmeyen, yaşadığı dönemin özelliklerini dinginlikle karşılayamayan bir ebeveynle birlikteyse, bu dönem sanıldığı kadar kolay veya sağlıklı atlatılamayabilir.
  • Ergenlik dönemindeki bireyler için hem cinsleriyle olduğu kadar, karşı cinsle kurdukları ilişki de her zamandakinden çok daha fazla önem kazanır. Karşı cinsle olumlu bir ilişki geliştirmek için çabalayan ergen, bunun için gereken davranışları sergilerken, dönemin birçok duygusunu bir arada yaşama ihtimaliyle karşı karşıya kalabilir.
  • Ergenlik dönemine girişle birlikte, sorumluluklarını rahatlıkla alabilen veya almaya çalışan bireylerde, şimdi ve gelecek için kaygılanma ihtimali başlayabilir.
  • Ergenlik döneminde hem kız hem de erkek için maddi durum, ailesinin gelir düzeyi oldukça önem arz edebilir. Mali kaynak, ergenin içinde bulunduğu dönem için oldukça önemli bir değer taşır. Ergen, sosyal çevresinde bu sayede bir önem görebileceği inancına kapılabilir.
Yaşam Koçluğu Sertifikası Eğitimi

Motivasyon ve İhtiyaçlarımız

Motivasyon ve İhtiyaçlarımız

Motivasyon kişiyi sabah yataktan kaldıran güçtür. Var olan doğal enerjimizi akıllıca bir şekilde düzenlediğinizde daha az çaba göstererek daha verimli bir şekilde günü değerlendirebilirsiniz. Kendinizi ne kadar motive olmuş hissederseniz o kadar fazla sizi geri tutan şeylere karşı direnebilirsiniz. Dolayısıyla motivasyonunuz yükseldiğinde otomatik olarak özgüveniniz de artmış olur.
İnsan potansiyelini ve içsel motivasyonunu en iyi şekilde açıklayan kuramcılardan olan Abraham Maslow kişinin başka ihtiyaçları karşılanmadan önce öncelikle fiziksel ihtiyaçlarını yani hava, su, gıda, uyku… vb . karşılamak gerektiğini öne sürmüştür. Bu ihtiyaçlar karşılandığında ikinci düzeyde olan, kişinin güvenlik ihtiyacının karşılanması gerektiğini söylemiştir. Güvenlik sadece güvenli bir ortamda yaşamak değil, kendimizi güvende hissetmekle de ilişkilidir. Özellikle aşırı kaygılı kişiler kendilerini kaygıdan arınmış yani güvende hissedene kadar başka bir şey düşünemezler.
İnsanların üçüncü düzeydeki ihtiyacı ise aidiyet ve sevgidir. Bu ihtiyaçlara sosyal ihtiyaçlar da diyebiliriz. Aidiyet, sevgi, kabul görme, sosyal yaşam vb. konular bu basamakta yer alır. Bu düzeydeki ihtiyaçlarımız karşılanmadığında kendimizi yalnız ve dışlanmış hissederiz. Aidiyet duygusu özellikle bir gruba ait hissetmek veya bir yere ait hissetmekle ilişkilidir. Fiziksel temastan başka olarak kabul görme ve duygusal temas esas olarak bir ait hissetme ihtiyacıdır. Duygusal temas en basit düzeyde bir ortama girdiğimizde ve selam verdiğimizde diğer insanların da bize selam vermesi şeklinde olabilir. Daha üst düzeyde ise seni takdir ediyorum, seninle gurur duyuyorum, seni seviyorum şeklinde gerçekleşebilir. Bağımsızlığı ya da yalnızlığı ne kadar savunursak savunalım insanoğlu doğası gereği sosyaldir ve sosyallik bir ihtiyaçtır. Diğer insanlarla ilişkilerimizde bu ihtiyacı karşılamaya yönelik ne tür tutum ve davranışlarda bulunduğumuza yönelik bir sorgulamaya gitmek ilişkilerimizi iyileştirmek adına yararlı olabilir.
Dördüncü düzeye gelindiğindeki ihtiyaç ise değer verilme ve saygınlık ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç, statü, başarı, itibar, tanınma… vb. ile ilişkilidir. Kişinin kendini yeterli hissetmesi, başkaları tarafından tanınmak istemesidir. Bir gruba ait olmak artık yeterli değildir. Kişi o grupta bir miktar güç ve statüye de sahip olmak ister. Daha büyük bir araba sürmek, öğretmen-anne-baba grubuna başkanlık etmek, yapılan işte kariyer basamaklarında yükselmek gibi istekler ortaya çıkar.
Son olarak bütün bu basamakların tırmanılmasının ardından, kişi nihayet en üst basamağa ulaşır. Bu basamak kendini gerçekleştirme basamağıdır. Her bireyin kendine ait özellikleri, davranış kalıpları ve tutumları vardır. Birey bu özelliklerini geliştirmek ve diğerlerine göstermek ister. Bu ihtiyacın karşılanabilmesi için, diğer alt basamaklardaki ihtiyaçların yeterince karşılanmış olması bir gerekliliktir. Ancak, bir önceki ihtiyacın %100 giderilmiş olmasına gerek yoktur, yeterli miktarda giderilmiş olması yeterlidir. Bu aşamada kişi yaşam boyu sürdürdüğü macerada ona bir şeyler sunmuş olan dünyaya bir şeyleri geri verme fırsatı bulur. Kişisel tatmin ve başarısını elde etmiştir. Potansiyelinin farkına varmış ve bunu en üst düzeyde kullanmıştır.
Peki hayattaki motivasyonumuzu yükseltmeye çalışırken Maslow’ dan nasıl yararlanılabilinir ? Dönüp baktığınızda hangi basamakta kendinizi yetersiz hissediyorsanız o basamakta yapılacak iyileştirmelere odaklanın. Eksikliğini hissettiğiniz ihtiyaç, motivasyonunuzun önündeki yegane engeldir. Eğer ki bunu saptamakta zorlanıyorsanız bir uzmandan yardım alabilir ve onun rehberliğinde kendinize yeni bir rota belirleyebilirsiniz.

mindfulness eğitim

İçimizdeki Olumsuz Sesi Susturmak

İçimizdeki Olumsuz Sesi Susturmak

Çoğu zaman içinizden bir sesin motivasyonunuzu kırdığını hissetmişsinizdir.  Bunu yapmam imkansız, hiçbir zaman öyle olmaz türü ifadeler kendimizi korkutmak için yazılmış senaryolardır.  Bu durumla baş etmek için öncelikle genellemelerden uzak durmak gereklidir. Her zaman, asla, herkes, hiçbir şey gibi ifadeler yerine bazen, muhtemelen, neredeyse gibi kelimeler üzerinizdeki korkuyu ve baskıyı kaldırarak sizi özgürleştirebilir.

Başarılı insanlar kendini suçlamayı bir kenara bırakıp olanların sorumluluğunu alan ve harekete geçen kişilerdir. Kişiler önce kendinde sonra etrafındaki kişilerde suç aramaya başlarlar. Bunun sonucunda değişim için de bir başkasının harekete geçmesini beklerler.  Oysa fark yaratmak isteyen kişi başkalarının onu baltalamasını beklemeden kendi işlerini yoluna koyan kişidir. Dikkatini yolunda gitmeyen şeyler yerine, onların yerinde olmasını istediği şeylere yöneltmek kişiyi ileriye taşır.

Tabi ki hayatın kendisi bize zor zamanlar sunacaktır. Bu zor zamanlar her ne kadar bize acı çektirse de aynı zamanda bakış açımızı geliştirerek bize bir esneklik sağlar ve bir sonraki karşılaştığımız zorluklar için daha sert durmamızın önünü açar . Yaşadığınız zor zamanları, nelerin üstesinden geldiğinizi, bu zor zamanlardan ne gibi yararlar sağladığınızı ve bu faydaları gelecekte nasıl kullanabileceğinizi düşünün, dilerseniz bunları bir kağıda yazın. Örneğin:

Çocukken ailem beni hep eleştirirdi. —- Zor bir zaman

Başarısızlık, değersiz hissetme —– Üstesinden gelinen zorluklar

İnsanları sürekli eleştirmenin yararlı olmadığını öğrendim, değerliyim.—- Faydalar

Olumlu anne baba tutumuna sahip bir anne baba olabilirim. —– Gelecekte nasıl kullanabilirim.

 

Geçmişte yaşadığımız zorluklar bize bazı olumsuz varsayımları benimsetebilir. Bu da bir işe başlarken   kendimizden emin olmamızı engelleyebilir. Örneğin;  “Kilo vermeye başlarsam özgüven sahibi olacağım ama asla kilo veremeyeceğim” “Ailem beni hiç desteklemedi bu sebeple özgüven sahibi olamayacağım”… gibi. Çoğu zaman yaptığımız kehanetler gerçeğe dönüşene kadar doğruymuş gibi davranmakta ısrar ederiz. Gerçeğe dönüştüklerinde ise hep haklı çıktığımızı söyleyerek varsayımlarımızı sürdürmeye devam ederiz.

Peki sizin içinizdeki ses size neler söylüyor? Ona karşı nasıl mücadele edebilirsiniz?  İçinizdeki sesin size söylediği olumsuz mesajları takip edin ve tam tersini tekrarlamaya çalışın.  “Bunu asla yapamazsın asla bitmeyecek” yerine “Bunu yapabilirim.” cümlesini sesli olarak tekrarlamak gibi.  Olumsuz mesajlarınızın altındaki olumlu mesajı görün. Zihninizdeki ses ” Bunu asla yapamayacaksın” derken aslında yapmanız için sizi motive etmeye çalışıyor olabilir.

Etrafınızda enerjinizi tüketen ve olumsuz iç sesinizi destekleyen kişiler olabilir. Bu kişileri de o sesi susturmaya davet edebilirsiniz. Bu düşük motivasyonlarının kaynakları hakkında konuşabilirsiniz. Bazı durumlarda ise bu toksik kişilerle iletişimi koparmak yararlı olabilir.

Zihniniz bu dünyada kontrol sahibi olabildiğiniz tek düşünce sistemidir. Bunu anladığınız vakit olumsuz ve zehirli düşünceleri bir kenara bırakarak daha kaliteli bir inanç sistemiyle daha keyifli bir hayat yaşamaya başlayabilirsiniz.